“Hani bir kadim atasözü vardır, ‘Her yaşlı adam öldüğünde, bir kütüphane toprağa gömülür’. Sana bırakmaktan en onur duyduğum şey kütüphanemdir. Ama ya hayat hikâyemizi ne yapacağız? Sensiz geçen bunca yılı, hasretle geçen bunca zamanı ne yapacağız? Sen bizsiz büyüdün, yetiştin, biz sensiz yaşlandık... Bunca hasret çektiğimiz zamanın hakkından nasıl geleceğiz? Bilmiyorum güzel yavrum. Henüz bilmiyorum. Ama bunların benimle birlikte gömülmesine gönlüm razı değil. Sana söz veriyorum, bir yolunu bulacağım. Bunca sene biz neler yaşadık, sen yanımızda olabilsen neler olurdu, sana anlatmanın, hatta yaşatmanın bir yolunu bulacağım gözümün nuru. İlla ki bulacağım! Sen nerede, hangi şehirlerde büyüdün? Nelere üzüldün, nelere sevindin? Kimler yaktı canını, kimler sırtını sıvazladı? Ateşlenince kimler tuttu alnını, düşünce kimler öptü dizlerini? Benim gözümün bebeği canım torunum, sen bizsiz nasıl bir hayat sürdün? Neredesin sen Yasemin’im? Neredesin evladım?” Çok küçük yaşta köklerinden kopartılmış bir genç kadın… Hayatta tek hayali New York’ta çalıştığı hukuk firmasının ortağı olmak, ve Manhattan’da bir çatı katı satın alabilmek... Akraba yok, aile yok, vatanım dediği bir yer, gönül bağı yok... Hiç bir yere ait hissetmiyor kendini. Ta ki o Emanet’i almaya gelene kadar! Köy Enstitüsü mezunu bir dedenin torununa bıraktığı EMANET, sizce ne olabilir?
Tanıtım Metni